Kalem ve pencereler

Uzunca bir süredir içimde büyüyen bir dışavurum isteği taşıyorum. İlla ki anlamlı olacak şekilde de değil. Yaşadıklarımı yazmak, aklıma gelenleri karalamak, bazen de gördüklerimi paylaşmak istiyorum. Sanırım istediğim şey görüntülenme isteğinden öte bir “görüntülenebilme” isteği.

duvarları yık ve kendine yeni bir açıdan bak

ทะลายกำแพง มองตัวเองในมุมที่แตกต่าง

Renkli duvar üzerine yerleştirilmiş kırık ayna parçaları

Her şeyin giderek artan bir hızda “yapay” zekalaştığı bir dünyada özgün şeylere ne kadar hasret kaldığımı herhalde yaz yaz anlatamam. Şu aralar pek dilimden de düşmüyor zaten. Bu nedenle geçen seneden beri defterim ve kamerama sarılarak yaşıyorum. Birini kalemim diğerini de pencerem yaptım. Bu yazıyı da modern zamana açtığım savaş ilanının manifestosu olarak düşünebilirsiniz (tabi manifesto biraz fazla güçlü kaçabilir… beyannamesi desek?).

Bir yazarın amacı, medeniyetin kendi kendini yok etmesini önlemektir.

– Albert Camus (muhtemelen)

Özgün “şey”lerin insana empatiyi ve müşterek insanlığı hatırlattığını düşünüyorum. Özgünlük tanımımı ise sıfatlar üzerinden yapmayı sevmiyorum. Özünde kovaladığım şey “kendi” olan şeyler – benzersiz ya da sıra dışı olan değil. “Özgün” kelimesinin etimolojisi de bu değil mi zaten: “-öz ” (çekirdek, iç) ve “-gün” (sahip olan) → kendi özüne sahip olan. Medeniyetin kendi kendisini yok etmesini önlüyor muyum bilmem ama modern dünyanın beni yok etmesini ancak kendimi dışa vurarak engelleyebiliyorum. Belki de Camus “medeniyet” derken bunu kastetmiştir.

Beyannamenin sonlarına doğru gelirken (yok yok… bu da olmadı, not defteri desek?), bu yazıya zaman ayırmış (kuvvetle muhtemel) bir avuç dolusu okuruma kalemime tanıklık ettikleri için teşekkür ediyorum.

Hepinize bol asteroid yağmurlu geceler dilerim.

Posted in

Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir